Salı, Haziran 27, 2006

Gece başlayalı çok oldu, uyku akıyor gözlerimden oysa uyumak için öylesine isteksizim ki. Gece hiç bitmesin ve sabah erkenden kalkıp işe gitmek zorunda olmayayım. Bir şarkı dinliyorum ardı arkasınca hiç ara vermeden sürekli çalıyor ve ben eşlik ediyorum bıkıp usanmadan.

Çektiğim acıların demindeyim bu akşam pişman desen değilim.

pişman olsam ne değişir ki burcuya söylediğim gibi dünde kaldı herşey. Biten filmin ardından yine bilet alıp izlediğinde başrol oyuncusu gözyaşlarına rağmen her seansta tekrar can verecek. Sen ne kadar ağlarsan ağla. Daha önce yaşanmış hiç bir şey değişmeyecek.

Sığınacağın tek yer şarkılar. Biraz Zuhal Olcay biraz Fikret Kızılok birazda Nick Cave ekledin mi repertuarına kırmızı şarabın buğusuyla içmeden sarhoş olursun ki oysa sen dibine vurmak isterdin şişenin.

Şarkı çalsın ben artık yatıyorum.



Bir Harmanım Bu Akşam


Sorum yok soranım yok
Yolum yok yordamım yok
Bir çıkmaz sevdadayım
Çekip vuranım yok

Günüm yok güneşim yok
Uykum yok düşlerim yok
Kın olmuş susuyorum
Bir tek sırdaşım yok

Çektiğim acıların demindeyim bu akşam
Pişman desem değilim bir harmanım bu akşam

Her gecenin sabahı
Her kışın bir baharı
Herşeyin bir zamanı
Benim dermanım yok

Cumartesi, Haziran 24, 2006

Ülkemden İnsan manzaraları :


Hasta bebeği için hapis yattı

Hasta bebeği için hapis yattı
Baba Tunç hapse girip çıktı.
24/06/2006

BURSA - Doğuştan bağışıklık sistemi (immün) eksikliği hastası olan her evde, son günlerde ayrı bir dram yaşanıyor. Bağışıklık sistemi eksikliğinin yanı sıra böbrek ve dalak büyümesi ve gelişme geriliğinden mustarip Muhammed'in dertlerine bir de babasının hapse düşmesi eklendi.
Kurdaki dalgalanmalar, eşdeğer fiyat uygulaması, Çin'deki fabrikaların üretimi durdurması gibi nedenlerle patlak veren ithal ilaç sıkıntısı, son olarak 21 aylık Bursalı Kağan Demirci'nin ölümüne yol açmıştı. Osmangazi ilçesinde zor da olsa ilaç bulan 14 aylık Muhammed Tunç'sa babasını hapse yolladı. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde tedavi gören Muhammed'in babası Muhittin Tunç, sosyal güvencesi olmadığı için, oğlunu 'açık senet karşılığı' hastaneye yatırıyordu. Üç haftada bir uygulanan, her biri 480 YTL'lik ilaçlarının bedellerini ödeyen Tunç'un, kalan 12 bin YTL'lik borcu nedeniyle hastane hukuk danışmanları icra takibi başlattı. Tunç, Osmangazi Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı sayesinde borcun 4 bin 138 YTL'sini ödedi. Kalanı için icra takibine uğrayan baba, 'mal beyanında bulunmadığı için' 10 gün hapse çarptırıldığını iki gün önce evinde gözaltına alınınca öğrendi. Tunç, önceki gün Bursa Cezaevi'ne konuldu.
Osmangazi Kaymakamı Sebahattin Öztürk'ün devreye girmesiyle, Osmangazi Sosyal Yardımlaşma-Dayanışma Vakfı Tunç'un kalan borcunu ödedi. 'Dava giderleri' için istenen parayı da Tunç'un arkadaşları aralarında topladı. İki gün cezaevinde kalan Tunç da dün tahliye edildi. Muhittin Tunç'un kardeşi Kadir Tunç, "Ağabeyim birkaç ay önce arkadaşının işyerinden, bedelini kendi ödeyerek sigortalı oldu ama yasal süre dolmadığı için sağlık karnesi alamadı. Bugüne kadar 10 bin YTL harcadık" dedi.

Bakanlık aileyi suçladı
Öte yandan Kağan Demirci'nin ilaç sıkıntısı yüzünden ölmesi üzerine açıklama yapan Sağlık Bakanlığı, aileyi suçladı. Bakanlık ailenin İl Sağlık Müdürlüğü'ne başvurmadığını ileri sürdü. (dha, Radikal)


Bir tane daha:

Ali Dibo karanlığı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve iştirakleri yılda binleri bulan ihale yapıyor, ama kendi meclisinin denetleme komisyonundaki üyelere bile bilgi vermiyor
tttttt Ali Dibo karanlığı
'Şeffaf yönetim' nerede?
10.5 milyar YTL bütçeli İstanbul Büyükşehir Belediyesi, şeffaflığı tanımıyor. Sorun, adrese teslim şartnameli İSMEK ihalesiyle sınırlı değil. Topbaş göreve geldikten sonra çeşitli şirketlere bastırılan yayın ve davetiyelere dair sorulara 'Bilgi Edinme Yasası' çerçevesinde bile açıklayıcı yanıt gelmedi.
Göstermelik internet
Belediyenin web sitesindeki 'ihale sorgulaması'nda, İSMEK dışında da ihaleler alan Atlas Pazarlama'nın adı hiç yok; bitmiş binlerce ihale bitmemiş görünüyor, bitenleri alanlar bilinmiyor. CHP'li Akar: Meclisteyiz, ama 'Bilgi Edinme Yasası'na göre başvurun' deniliyor. Denetim olanaksız.


En sonuncusu :


Müdahale etkisiz kaldı: Dolar, kriz rakamlarında

Müdahale etkisiz kaldı: Dolar, kriz rakamlarında
Yılmaz: "Kurda her çıkış, düşüşle sona erdi."
Merkez Bankası'nın yaklaşık 1 milyar dolarlık satış yaptığı müdahaleye rağmen dolar 2001 krizinde ulaştığı tarihi zirvesi olan 1.7700'yi denedi. Bono faizleri ise yüzde 22.70 ile Aralık 2004'ten bu yana gördüğü en yüksek seviyeye ulaştı

24/06/2006 (837 kişi okudu)

RADİKAL - İSTANBUL - Uluslararası fonların panik halinde güvenli liman olan ABD'ye yönelmesi Türkiye'nin de dahil olduğu gelişmekte olan ülke paralarında hızlı değer kayıplarına neden oldu. Özellikle cari açık baskısı altındaki Güney Afrika, Türkiye ve Macaristan en olumsuz etkilenen ülkelerin başında yer aldı.
Dün Merkez Bankası'nın 1 milyar dolar civarında kalan zayıf müdahalesine rağmen dolar öğleden sonra 2001 krizinde gördüğü tarihi zirvesi olan 1.7700 YTL'ye yaklaşarak 1.7685'e kadar yükseldi. Bonoda gösterge tahvilin faizi ise pazartesi valörlü işlemlerde Aralık 2004'ten bu yana gördüğü en düşük seviye olan yüzde 22.70'lere kadar tırmandı. Satış baskısından İMKB de payını aldı. İMKB günü 1096 puan değer kaybıyla 33.132'den tamamladı.
Ancak piyasa kapanışına yakın Para Politikası Kurulu'nun (PPK) pazar günü olağanüstü toplanacağının açıklanması ve akşam geç saatlerde Merkez Bankası'nın dövize yeniden müdahalesi nedeniyle faiz ve kurlarda toparlanma yaşandı. Dolar günü 5.47 YKr değer artışıyla 1.7500 YTL'den, avro 7 YKr yükselişle 2.2000 YTL'den tamamlarken, valörlü işlemlerde 9 Nisan 2008 vadeli tahvilin faizi yüzde 21.99'a indi.

Tüpraş rahatsız etti
Uluslararası fonların gelişmekte olan ülkelerden çıktığı bir dönemde Türkiye'nin yüksek cari açığının bir handikap olduğunu belirten para yöneticileri bunun yanı sıra ekonomik ve politik kaygıların da bu satış baskısını artırdığı konusunda birleşiyor. Yabancıların son dönemde yakından takibe aldığı ve satış isteğini kamçılayan konular arasında Avrupa Birliği ile gerginleşen ilişkiler, erken seçim, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve en önemlisi yükselişini sürdüren enflasyon verileri bulunuyor. Bu arada dün ÖİB'nin satılan Tüpraş hisselerini Global Menkul'den geri istemesi de yabancı yatırımcıların özelleştirmeler konusunda kaygılarını artıran bir başka gelişme oldu.
Bu arada yabancı yatırımcıların bono satıp döviz alımına yönelmesi ile iç piyasada kurlar ve faizde ciddi yükseliş yaşandı.

Merkez yetersiz kaldı
Bu arada Merkez Bankası 4,5 yıl aradan sonra ilk kez 13 Haziran'daki müdahalesinin ardından dün ikinci kez dövize satış yönünde müdahalede bulundu. Bankacılara göre gün boyunca çok agresif olmayan Merkez Bankası piyasaya 1 milyar doları aşkın zayıf bir satış yaptı. Ancak özellikle öğleden sonra açılan ABD piyasalarıyla birlikte satış baskısının arttığını ve kur ve faizdeki yükselişin arttığı gözlendi.

Faiz 2 puan artmalı
Merkez Bankası'nın dün dövize müdahalesinin sınırlı düzeyde kalmasının piyasadaki paniği artırdığını kurlardaki çıkışın hızlandığını söyleyen bir bankacı, "Merkez dünkü zayıf müdahalesi ile bence prestij kaybetti keşke hiç müdahale etmeseydi" dedi.
PPK toplantısından faiz artırımı çıkacağına kesin gözüyle bakan bankacılara göre bu artırımın 2 puandan aşağı olmaması gerekiyor. Daha düşük oranlı artırımın etkisi olmayacağını söyleyen bir bankacı, "Aslında Türkiye'den çıkmayı düşünen para 2 puan artsa da çıkar. Ben bu hareketi kesebilecek etkide olacağını düşünmüyorum" diye konuştu.


Görünen köy klavuz istemese de bunca göstergeye rağmen pembe hayalere dalan bir tek parti iktidarını ve bizleri karanlık günler beklemekte. Tüm göstergeler hızla erken seçime doğru gidildiğini gösteriyor. Bunun ilk farkına varan yabancı sermaye oldu ve dış sermaye girişi durma noktasına gelirken yabancı kaynaklı fonlar hızla geri çekilmeye başladı.

Ab konusunda benim sonuna kadar desteklediğim tavır ve Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi siyasi çalkantıların ve tekstilden alınmayan ama ilaçtan bal gibi alınan kdv nin yada diğer vergilerin dışında Anayasamızda yer alan Türkiye Cumhuriyeti bir sosyal devlettir ilkesini yürütmeyi beceremeyen iktidarın aczi içersinde bağışıklık yetmezliğine sahip ikizlerden biri dün vefat etti. Sırada nicesi var bu insanlara ilaç sağlanması görevi eczacılara değil devlete aittir. Eğer özel firmalar kar marjı düşük olduğu için bu ilacı getirmek istemiyorsa devlet bir ihale açar ve sağlık bakanlığı bu ilacı yada bunun gibi insan sağlığını doğrudan etkileyen ilaçların teminini kar amacı gütmeden temin eder. Sosyal sorumluluk budur. Ben vergilerimin Ali dibo yerine yaşamak için ilaca ihtiyaç duyan insanlara harcanmasından gurur duyarım. Oysa yüzlerce ihale açılarak sağa sola para harcanırken kar marjı düşük olan ilaçlar için kimse kılını bile kıpırdatmıyor.

Soruyorum Türkiye Cumhuriyeti hala sosyal bir devlet midir?

Çarşamba, Haziran 21, 2006

vakit tamam seni terk ediyorum
bütün alışkanlıklardan öteye
yorumsuz bir hayatı seçiyorum
doymadım inan kanmadım sevgiye.

korkulu geceleri sayar gibi
birdenbire bir yıldız kayar gibi
ellerim kurtulacak ellerinden
bir kuru dal ağaçtan kopar gibi.

aşksa bitti gül ise hiç dermedik
bul kendine kuytularda hadi dal
seninle bir bütün olabilirdik
hoşçakal gözümün nuru, hoşçakal
hoşçakal canımın içi, hoşçakal.

vakit tamam seni terk ediyorum
bu incecik bir veda havasıdır
parmak uçlarına değen sıcaklığı
incinen bir hayatın yarasıdır.

kalacak tüm izlerin hayatımda
gözümden bir damla yaş aktığında
bir yer bulabilsem seni hatırlatmayan
kan tarlası gelincik şafağında.

ölümse korktun savaşsa hep kaçtın
vur kendini korkularda hadi al
sen bir suydun sen bir ilaçtın
hoşçakal canımın içi, hoşçakal
hoşçakal gözümün nuru, hoşçakal
sen bir suydun sen bir ilaçtin
hoşçakal iki gözüm, hoşçakal
hoşçakal canımın içi, hoşça kal.

Yıllar önce Yorgun Demokrat albümünde dinledikçe dinleyesim gelen şarkıyı annemler sayesinde izlemek zorunda kaldığım dizide duyunca hemen kumandaya sarılıp sesi açmış annemin itiraz etmesine olanak bırakmadan gerekli ikazı yaparak bir yanda dinleyip bir yandanda şarkıya eşlik etmeye koyulmuştum.

Kıraç zaten sevdiğim sanatçılardan biriydi gerçi ben şarkının ilk versiyonunu daha çok sevdiğimden mi daha çok dinlediğimden mi bilmem ama ne bileyim biraz değişik geldi önce daha sonra bu şarkıyı sizinlede paylaşmak geldi içimden. Buyrun dinleyin bakalım İndir

şifre : bulsara

Pazar, Haziran 18, 2006

Akşam vaktinin ağırlığı çökmüş bir gece yaklaşıyordu ufuktan. Zamana aykırı bir günbatımı koşuşturan insanlara oyun oynar gibiydi. Akşamüstlerinin serin imbatıyla sahile doğru ilerlerken dalga seslerinde aradığı huzuru bulacaktır nefes alan ve seven her insan.

Suyun verdiği rahatlamayla oturup taşlara elinde bir şişe köpek öldürenle mutluluk düşleri kurmaya başlar. Para düşler aşk ve yaşamak ister gönlünün istediğince. Ekşi tadından çok adı hoşuna gider elindeki şişenin.

Yavaş yavaş yudumlarken seyre dalar gün batımını. Her gece bir umuttur ona. Yaşanması gereken bir zamanlar hiç tatmadığı kadar dolu dolu.

Kısa kısa hikayeler gibi çevresinde yaşananları not etti kafasına. Uyumak isteğine rağmen saatlerdir oturduğu yerden kalkarak en yakın markete gidip bir şişe daha şarap aldı. Yaşam uyumaya yetmeyecek kadar kısaydı belki de.

Pazar, Haziran 11, 2006

Bir haftadır yeni birşeyler yazamadım :) kusura bakmayın...

Yolların yürüyerek bitmeyeceği gerçek olsada ulaşmak için adımlara ihtiyacımız olduğu da b ir gerçek herhalde. Tıpkı saatlerce konuşmaların nihayetinde bir sonuca varamasak ta yine de kelimelere ihtiyacımızın olması gibi yalnız gecelerin ayışığında özlem duyulan saatlerin hep birileriyle yaşanmış olması gerçeği.

Korkuların sessiz bir düşmandan çok bir sırdaş olduğu varsayımını düşledim hep. İçime attığım nice sırların bende yarattığı devlerdi onlar ve kaçmaya çalışmak boşunaydı. Gözlerimi kapattığımda yok olabilirlerdi belki... belki de beni de alıp karanlık korkulara haps olup kaybolurduk varlıkla yokluğun hiç olmadığı bir evrene.

Şimdi saatlerden daha çok anlamlı zaman. Çünkü bir günün bile artık geçmişteki yeri sayısız denemelerin ardından silinmiyor hafızalardan. Yaşamanın ağırlığıyla yorgun ve umuda dair her tür izden uzak yaşlanmakta giderek ağırlaşan kadranın yorgun imgeleri.

Gece oluyor ardından sanki hiç yaşanmamışçasına bir gün önce hayatta; gün doğuyor yinede ve ardında bırakıyor yaşamımın en güzel günlerini koşup geriye yakalayamıyayım diye belki de; hep benden hızlı koşuyor zaman.

Neyi sevdiğimin farkında değilim belki de geleceğin bilinmeyen parlaklığını mı? Geçmişin görkem dolu ışıltısını mı. Sana bırakıyorm kendimi hayat al beni ve canının istediği gibi savur bir oradan bir oraya. Acıt canımı okşa yaralarımı. Bazen ağlayıp yakarsamda yinede yaşamaya devam edeceğim.

Cumartesi, Haziran 03, 2006

Vasiyet.

Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan beyin vurdurduğu
ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemişim ben
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşulara gelince,
şehit Ayşe'yle ırgat Osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani…

Nazım Hikmet RAN

Ve o öldü
mavi gözlü çınar
doğduğuı topraklara hasret
bir yaz günü
memedinden uzak
memleketinden uzak
baş koydu
kara toprağa

usulca
sanki uyur gibi
gitti
ardında
sözlerinden
daha nice aşklar bırakarak
gitti

ben daha henüz doğmamıştım
ağlayamadım ölümüne
anlamsızca duvarlara bakıp
kızarmadı gözlerim
ama acısını yaşadım
içinde özgürlük geçen
her şiirinde

bu memlekette yaşadım
ondan yıllar sonra
on yıllar sonra hatta

ama bende düşledim onun gibi
hürriyeti
insanca yaşamayı

korkarım
ben öldüğümde
hala gelmemiş olacak o gün

ve yıllar sonra
yaılzcak
Nazım Hikmet öldü
ama ölmedi
içimizde yaşayan
hürriyet ateşi.


Bir tane daha Nazım Şiiri eklemek istedim bu yazının sonuna.


ben
senden önce ölmek isterim.
gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
ben zannetmiyorum bunu.
iyisi mi, beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni görebilesin
fedakarlığımı anlıyorsun :
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
ve toz oluyorum
yaşıyorum yanında senin.
sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
ve orada beraber yaşarız
külümün icinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
toprağa beraber dalacağız.
ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.

ben
daha ölümü düşünmüyorum.
ben daha bir çocuk doğuracağım
hayat taşıyor içimden.
kaynıyor kanım.
yaşayacağım, ama çok, pek çok.
ama sen de beraber.
ama ölüm de korkutmuyor beni.
yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
ben ölünceye kadar da
bu düzelir herhalde.
'hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?'
içimden bir şey :
'belki' diyor.

huzur içinde yat ustam demek isterdim sana ama eğer görüyorsan beni oralardan; nasıl bakarım yüzüne. Sen sorarsan bu mu hürriyet bu mu yaşama sevinci insanca kardeşçe hep birmişcesine?

Nasıl derim ustam?