Pazartesi, Aralık 17, 2007

İki film birden...

Paris Je T'aime
18 kısa hikayeden oluşan ve içinde her türlüsünden sevgiye ve paris sokaklarına yer varilen paris seni seviyorum ilginç bir film olmakla birlikte bir ünlüler geçidine çevirmiş ortalığı.

işte bir kaçı : Steve Buscemi, Natalie Portman, Marianne Faithfull, Juliette Binoche, Willem Dafoe, Nick Nolte, Bob Hoskins, Elijah Wood, Gérard Depardieu, Ben Gazzara gibi uzayıp gidiyor liste. izlenmesi gerek olan filmlerden biri.

Filmdeki bölümlere ait kısa özetler.

Montmartre
(Bruno Podalydes)

Montnartre’ın dar sokaklarında park yeri arayan bir adam kendi kendine sorununun ne olduğunu ve neden gerçek aşkı bulamadığını sorar. Esrarengiz bir kadın, birden arabasının yanında düşüp bayılır. Beklediği aşk bu mudur yoksa?

Quais de Seine / Seine Rıhtımları
(Gurinder Chadha)

François ve iki arkadaşı Seine nehri kıyısında oturmuş gelip geçen kızlara laf atarlarken ayağı taşa takılan güzel bir Müslüman kız sendeleyip, düşer. François, arkadaşlarının alay etmesine rağmen kızın yardıma koşar. Kız camiye gitmek için uzaklaşır. François da arkadaşlarının yanına döner; ama birden kızın hayatından çıkıp gitmesine izin veremeyeceğini fark eder.

Le Marais
(Gus Van Sant)

Genç bir adam olan Gaspard basımcıya girer. Oradaki genç yardımcı Eli’den bir anda müthiş etkilenir. Gaspard’ın bu garip, yeni duygusu sanki Eli’nin kulağına sesli olarak gelir. Eli ancak onun gidişinden sonra çok özel ve ender bir şeye tanık olduğunun bilincine varır.

Tuileries
(Joel ve Ethan Coen)

Amerikalı bir turist, Tuileries metro istasyonunda metroyu beklerken şehir rehberini incelerken, gözü karşı tarafta tutkuyla öpüşen genç Fransız çifte takılır. Ve rehberdeki tavsiyeleri dikkate alması gerektiğini çok geç anlar: Paris metrosunda asla kimsenin gözlerine bakma. Bunu müthiş bir komedi izler.

Loin du 16e / 16. Bölgeden Uzakta
(Walter Salles ve Daniela Thomas)

Şafakta, genç göçmen bir anne bebeğini gönülsüzce yerel bir çocuk yuvasına bırakır ve şehre giden metroya biner. Bu tüketici yolculuktan sonra çalışacağı 16. Bölgeye gelir. Başka bir kadının çocuğuna dadılık yapacaktır.

“Her semtte pek az dikkat ettiğimiz bir alt dünya vardır; biz bunu göstermek istedik” - Walter Salles

Porte de Choisy / Choisy Kapısı
(Christopher Doyle)

Gezgin bir satıcıyla Çin kuaför salonunun güzel sahibesi arasında garip, sıra dışı bir rastlantı.

Bastille
(İsabel Coixet)

Bir adam, tutkulu, genç metresiyle yaşamak için boşanmak istediğini söylemeye hazırlanırken, karısı gözyaşlarına boğulup, kanser olduğunu ve sadece birkaç aylık ömrü kaldığını açıklar. Adam her şeyi bırakıp karısıyla ilgilenmeye karar verir. Ve ona ikinci kez aşık olduğunda hayatı altüst olur.

“Bastille, işçi sınıfı, modayı yakından izleyenler ve burjuvalardan oluşan karma yapısıyla farklı bir toplumsal dokuya sahip. Kartpostalarda resmedilen Paris imajından uzaklaşma fikrime son derece uygun. - Isabel Coixet

Place des Victoires / Zafer Meydanı
(Nobohiro Suwa)

Bir kadının uykusu, ölmüş çocuğunun ağlamasıyla bölünür. Çocuğunun öldüğü meydana döner ve orada garip bir kovboyla karşılaşır. Kovboy bir kez daha ortadan kaybolmadan önce çocuğuyla bir an geçirmesine izin verir.

Tour Eiffel (Eyfel Kulesi
(Sylvain Chomet)

Tek başına bir mim oyuncusu Eyfel Kulesinin altında saçmalıklar yapıp turistlerin canını sıkmakla oyalanır. Sonunda yerel polis onu huzuru bozmakla suçlayıp tutuklar. Polis merkezi, ruh ikizi güzel bir kadın mim oyuncusunu bulduğu yer olur.

Parc Monceau / Monceau Parkı
(Alfonso Cuaron)

Orta yaşlı Amerikalı bir adam güzel, inatçı, genç Fransız kadınla randevusuna geç kalmıştır. Bulvarda yürürlerken hararetli konuşmaları mahrem ve karmaşık bir ilişkiyi açığa vurur.


Quartier des Enfants Rouges / Kızıl Çocuklar Mahallesi
(Olivier Assayas)

Güzel, Amerikalı bir aktris, Paris’te eski bir konakta çekim yapmaktadır. Paris’li, esrarengiz bir uyuşturucu satıcısıyla ilişki kurar. Acaba aradığı tatmini bulabilecek midir?

Places des Fetes / Bayram Meydanı
(Oliver Schmitz)

Meydanın tam ortasında, yerde yatan yaralı genç bir adama yardım etmeye çalışan deneyimsiz bir tıp öğrencisi genç kızın başlamadan biten aşk öyküsü.

Pigalle
(Richard LaGraveuse)

Kırmızı fenerli evlerin bulunduğu Pigalle’in ortasında, seksi bir aşk hikayesi sürerken yaşlıca bir çift ilişkilerini kurtarmaya uğraşır.

Quartier de la Madeleine
(Vincenzo Natali)

Genç bir adam, son avıyla beslenen dişi bir vampire çarparak sendeler. Bir anda cazibesine kapıldığı bu dişi vampire sahip olmak için sonuna kadar gitmeye kararlıdır.

Pere Lachaise
(Wes Craven)

Yeni evli bir çift, kabristanda Oscar Wilde’ın mezarını ararken, farklı yanlarını tartışırlar. Tartışma, Oscar Wilde’ın esrarengiz hayaletinin ortaya çıkmasıyla çözüme ulaşır.

Faubourg Saint-Denis
(Tom Tykwer)

Güzel Amerikalı bir aktris, kör sevgilisini arayarak ilişkilerinin bittiğini söyler. Genç adamın anılarına yapılan yolculukla, ikisi arasındaki ilişkinin başlangıcından itibaren sergilendiği bir anlayış ve bağışlama öyküsü.

Quartier Latin
(Frederic Auburtin - Gerard Depardieu)

Şık, zarif, yaşlı bir Amerikalı, resmen boşanmak istediğini söylemek için eski karısıyla buluşur. Kibarlık kısa sürer. Ben ve Gena birbirlerine hakaretler yağdırırlar. Yaraların yıllar süren ayrılıktan sonra bile kapanmadığını ve aşkın asla ölmediğini açığa vuran çarpıcı bir kara mizah.

14e arrondissement
(Alexander Payne)

Amerikalı Turist bir kadının 14. Bölge de yürürken sonunda kendini anlayıp kabullenmesi. Paris, seni seviyorum için eğlenceli ve dokunaklı bir son.

“20. Bölgenin müsait olduğunu söylediklerinde ilk tepkim ‘Oh,orada büyük bir mezarlık var… mükemmel’di. Gerçekten harika bir yer. Hayatın farklı yönlerini göstermeyi amaçlayan bir film için kusursuz dekor.” - Wes Craven




This is England

1983 yılında 20. yüzyılın sonlarına doğru İngiltere ve Arjantin Falkland adaları yüzünden savaşa başlarlar. İngilteredeki Demir Leydi iktidarı ülkedeki iktisadi politikanın verdiği ağır koşullardan dolayı işsizliği 3,5 milyona taşıyınca tüm sosyal dengeler bozulur. Peki bir çocuğun bunlarla ne alakası var derseniz izleyin de görün demek düşer bana da :D

Gerçi filmi izlerken Otomatik Portakal ve The Wall filmlerinden sahneler geldi gözüme ama ne de olsa ingiltere bir tane olunca bakış açısı değişince olaylar pek de değişmiyor diye düşündüm.

Bu film de geçen yılın filmi olmasına rağmen bizde 1 sene geç vizyona girmiş. ben vizyondan kalktıktan sonra izleyebildim ama geç olması hiç olmasından iyidir.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home