Cuma, Mart 31, 2006

CNTUTRK yazarlarından Reyhan Yıldızın bu yazısını okuduğumda sizlerle paylaşmam gerektiğine inandım bakalım sizde gerçekten benim kadar sevecekmisiniz bu yazıyı?
Eğer yazıyı kendi sayfasından okumak isterseniz burayı tıklayın.

Metin Erksan neden öldürüldü?
- 27.03.2006 14:39:00

Ezel Akay, "Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?" filmini, Türk Sineması'nın "aykırı" ustası Metin Erksan'a ithaf etti. Bu 'ithaf'tan yola çıkarak, Erksan'ı yeniden hatırlayalım...

Ezel Akay’ın, sırf gösterim öncesi basına sızdırarak sansasyon yaratabilmek amacıyla filmlerini erotik sahnelerle bezeyenlere, ‘medyatik’ ünlülere verdikleri rollerle seyirci avına çıkanlara; bunlar olmadan tartışmaya değer bir ‘şey’ yaratabileceklerini düşün(e)meyenlere “Ellerine sağlık” dedirten "Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?" filmi, neredeyse vizyondan kalkacak. Film hakkında hemen herkes yazı yazıyor, radyoda-TV'de konuşuyor, ama yine hemen herkes başından beri ‘bir isim’i telaffuz etmemeye özen gösteriyor. İlkesizliği, omurgasızlığı hazımda güçlük çekmeyen bünyelerimiz, nedense, yaratıcı bir dehanın cümlemize attığı gol sonrasında dışlanmanın, ‘yok sayılma’nın yarattığı hırçınlığı hazmedemiyor.

Filmin kostümleri, müzikleri, dublajı, sinema dili, oyuncularının başarısı üzerinde duruluyor; Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın maddi desteği, yönetmenin tarih bilgisi ve Türk tarihine bakışı tartışılıyor; Meclis TV’de hafta içi her gün canlı yayında birbirlerine “terbiyesiz, utanmaz, şerefsiz, şerefsiz senin yedi ceddin, ite bak ite! Bağla köpeği...” diye hitap eden güzide vekillerimizin filmdeki küfürlerden duyduğu rahatsızlık haberlere taşınıyor; ama bunlar olurken, hemen herkes, yanlışlıkla ‘bir isim’in ağızlardan çıkmamasına imtina ediyor.

Çağan Irmak’ın Lütfi Akad ustaya "Babam ve Oğlum" filmini ithaf etmesini alkışlayanlar, Ezel Akay’ın filmini adadığı ‘bir isim’ karşısında üç maymunları oynuyor. Türkiye, 40 yıl önce oynanan oyunun ikinci perdesini de, ilki gibi huşu içinde izliyor...

1947’den bu yana gazetelerde ve dergilerde sinema makaleleri yazan, üniversite öğrencisi olduğu 1950’de Yusuf Ziya Ortaç'ın "Binnaz" adlı eserini senaryolaştırarak sinemaya adım atan, “Kamera” müstear adıyla Dünya gazetesinde film eleştirileri yazdığı 1952’de, ilk filmi "Aşık Veysel'in Hayatı-Karanlık Dünya"yı çeken, Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun yazdığı senaryonun çekiminde, tamamı TKP’li olan bir oyuncu kadrosu oluşturan, ilk filmiyle sansürün gazabına uğrayan ‘bir isim’di.

Peyami Safa’nın "Server Bedii" takma adıyla yazdığı "Beyaz Cehennem"i, Halide Edip Adıvar’ın "Yol Palas Cinayeti"ni sinemaya uyarlayan, ömrü boyunca Türk Edebiyatı'nın önemli metinlerini senaryolaştırma çalışmalarından vazgeçmeyen de O’ydu...

'50'li yıllarda birçok sinemacı ve entelektüelin burun kıvırdığı Osmanlı’yı bir sosyolog titizliğiyle incelediği "Dokuz Dağın Efesi"ni (1) Türk Sineması'na armağan eden; setlerde sigara paketlerine senaryo yazılan yıllarda akademisyen titizliğiyle, uzun araştırmalar sonucu yazdığı metinlere hayat veren, neredeyse çektiği tüm filmlerin senaryosunu kendisi yazan da ‘bir isim’di.

Türk Sinema Sanatçıları Derneği’nin kurulmasına öncülük eden, Türkiye Sinema İşçileri Sendikası’nı ve Film Rejisörleri Derneği’ni kuran, kurulma aşamasında destekleyip arşivinin oluşturulmasına katkıda bulunduğu İDGSA Sinema-TV Enstitüsü'nde -Türkiye’de ilk sinema eğitimini bu kurum verdi- "Sinema Kuramı" dersleri veren de O’ydu...

Şoför Nebahat, Mahalle Arkadaşları, Hicran Yarası, Çifte Kumrular, Sahte Nikah, Ateşli Çingene, Feride, Hicran, Makber, Keloğlan ve Can Kız, İstanbul Kaldırımları, Süreyya, Dağdan İnme gibi ticari filmler bir yana; William Peter Blatty’nin yazıldığı dönemde bestseller olan romanından uyarlayıp teknik imkansızlıklar içinde çektiği gerçek anlamda ilk Türk korku filmi "Şeytan" bir yana; gösterime girdiği yıllarda anlaşılamayıp yıllar sonra “başyapıt” olduğuna hükmedilen "Kuyu" (2) bir yana; imza atma cesareti gösterdiği Türk Sineması'nın en ilginç deneysel filmi Kadın Hamlet (3) bir yana; sinema tarihimizin ilk toplumsal gerçekçi filmi "Gecelerin Ötesi"ni (4), sansür karşısında verdiği mücadeleden zaferle çıkarak "Yılanların Öcü"nü (5) izleyicisiyle buluşturan; "Acı Hayat" (6) filmi sonraki yıllarda başka yönetmenlerce de tekrar tekrar çekilen, "Suçlular Aramızda" (7) ile seyircisine beylik sinema kalıplarının, klişeleşmiş metaforların ötesinde bir dünya sunan ‘bir isim’di.

Dünyaya Türk Sineması'nın varolduğunu duyuran "Susuz Yaz"da (8), adı hiç duyulmamış oyuncularla çalışıp star sistemini yerle bir eden, sinemamıza ilk uluslararası ödülü kazandıran, 1965 seçimlerinde TİP listesinden İstanbul Bağımsız Milletvekili adayı olan; kısacası Türkiye’nin temel siyasal düşünce doğrultusu ile hiçbir zaman uyumlu olmayan da O’ydu.

Oyunun ilk perdesinde olan ise şuydu: Daha 1 yıl önce, 35 yaşında ülkesine ilk uluslararası ödülü kazandıran rejisör, başladığı filmi bitirebilmek için ev eşyalarına varıncaya dek satmış, nihayet filmi tamamladığında gösterecek sinema salonu bulamamıştı. Birkaç özel gösterimde kısıtlı bir izleyiciye sunulabilen "Sevmek Zamanı"na, Türk sinema çevrelerinde “psikiyatrik bir vaka” diyenler de olmuştu, "başyapıt" diyenler de... (Fransız sinema tarihçisi Sadoul, sinemada sert bir sınıf çatışmasının en net göründüğü metin olarak Sevmek Zamanı’nı göstermişti.) Filmi değerlendirme konusunda fikir ayrılığına düşenler, “Bu film toplumsal sorunları çözme, Türk Sineması'na yeni bir şeyler getirme gibi savlardan uzak, sadece insanın dramını anlatmaktadır" diyen, “Yalnız kendim için film çekerim” sözleriyle meydan okuyan yönetmeni kınama konusunda hemfikirdiler. Ne de olsa toplumcu fikirler modaydı, varsın o yönetmen sinemada siyasetin esamesi okunmazken, TKP’li oyuncularla çektiği filmi sansüre ve yapımcıların insafına kurban versin; varsın ilk toplumcu-gerçekçi Türk filmini yapsın, varsın dünyanın en saygın-en önemli sinema ödülünü alsın... “Kendi için film çekmek”, sonradan sinemacıların diline pelesenk olurken; siyasette de, sanatta da toplumunun önünden gitmenin talihsizliğini yaşayan ‘bir isim’di.

Milli olunmadan evrensel olunamayacağını savunan, “Sinema bir şenliktir” diyenlere, “Sinema bir kültürdür” cevabını veren, muhalif bir aydın olarak her şeye rağmen bağımsızlığını koruyan, sinema üzerine yazılarıyla da tartışan- tartıştıran bir yönetmen olabilen ‘bir isim’e; yaratıcılığın rasyonellik kavramıyla teslim alındığı bir ülkede, işbirliği yapmamanın, düşünce ve sinemasıyla aykırı bir yerde durmanın, bazı sinema çevrelerini “İstanbul Kültür Mafyası” ilan etmenin bedeli böyle ödetilmiş, ellisine varmadan Yeşilçam’da film yapamaz hale getirilmişti.

Sinema filmi çekemediği yıllarda; Sait Faik Abasıyanık, Kenan Hulusi, Samet Ağaoğlu, Sabahattin Ali ve Ahmet Hamdi Tanpınar'ın birer hikayesini TRT için filme aldığında; çok sevdiği tutku, saplantı temaları üzerinde yoğunlaşan ve ağır temposu seyirci tarafından anlaşılamayan bu filmler, tartışmalara yol açmıştı. Ve tartışmalar, ‘bir isim’in, “Kemal Tahir’den sonra Türk Edebiyatı ancak kese kağıdı olur” sözüne karşılık, TYS Genel Başkanı Aziz Nesin’in, “ ...’in düşünme ve yaratma özgürlüğü elinden alınmalıdır” açıklamasıyla son bulmuş, perde işte böyle kapanmıştı. Gelin görün ki, ‘bir isim’, sinema yap(a)madığı zamanlarda da, sinema üzerine, Türkiye üzerine düşünmeye devam etti. "Atatürk Filmi", "Avrupa Topluluğu", "Türk-Yunan İlişkileri" kitaplarını yazdı. Tartışılan bir aydın ve yönetmen olmayı sürdürdü.

2004’te Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü Cumhurbaşkanı'nın elinden alırken yaptığı konuşma, sineması anlaşılamamış ve hak ettiği yeri bulamamış kavgacı, hırçın bir yönetmenin, entelektüel bir aydının, yalnız bir adamın hüznünü yansıtıyordu: “Hayatım boyunca kendi kurduğum Sinema İşçileri Sendikası ve Sinema Yönetmenleri Derneği dışında hiçbir örgüte, derneğe üye olmadım. Hiçbir ideoloji, hiçbir izm yanlısı, yandaşı, savunucusu da olmadım. Hiçbir hükümet tarafından olumlu bir tutumla karşılaşmamış olsam dahi, devletime ve milletime küsmedim.”

Varsın ticari filmlerinden gayrısına tv kanallarımız burun kıvırsın, varsın bazı filmleri arşivlerde dahi bulun(a)masın, varsın tezgahlarda filmlerinin DVD'leri- VCD'leri satılmasın; ‘bir isim’ dimdik ayakta, karşımızda duruyor, yaşıyor. Türk Sineması varoldukça da yaşamaya devam edecek... Bugün O’nu yok sayma gücüne sahip olanlar da dahil, hiçbirimiz, O’nun adını tarihten silmek kudretine sahip değiliz.*

Her dakika calib-i hayret menazır arzeder
Bir temaşa hane-i ibretnümadır perdemiz**


Sahi, Metin Erksan niye öldürüldü?





* (1) 1. Türk Filmleri Festivali Jüri Özel Ödülü
(2) 1. Adana Film Şenliği’nde En Başarılı Film, En Başarılı Yönetmen
(3) Moskova ve Los Angeles Film Şenliklerinde gösterildi
(4) 2. Türk Filmleri Festivali En Başarılı Senaryo
Sinema dergisi En Başarılı Yönetmen, En İyi Film
Edinburg Film Festivali’nde gösterildi
(5) Tunus Kartaca Film Festivali Şeref Madalyası
Sinema yazarlarınca Yılın En Başarılı Yönetmeni
(6) Sinema yazarlarınca Yılın Filmi
(7) 2. İzmir Film Şenliği En İyi Yönetmen
Milano Film Festivali En İyi Sosyal İçerikli Film
(8) Uluslararası Berlin Film Festivali Büyük Ödül ( Altın Ayı )
15. Venedik Film Festivali Liyakat Ödülü
1987 Nantes İç Kıta Film Şenliği’nde filmlerinden bir bölümü toplu olarak gösterildi. Antalya Film Festivali Onur Ödülü (Reddetti)
1990 3. Ankara Film Festivali Emek Ödülü (Reddetti)
1994 İstanbul Film Festivali Onur Ödülü (Reddetti)
1997 MSÜ Senatosu kararıyla "Onursal Profesörlük" unvanı
2004 Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür ve Sanat Büyük Ödülü

** Karagöz-Hacivat oyunu başlamadan önce, oynatıcının söylediği dörtlüğün son iki dizesi. (Anlamı: Her dakika şaşırtıcı görüntüler gösterir, Öğreten bir seyirlik konutudur perdemiz)

Bıraktığın hatıraların üzerine eklediğim
bir ben daha yok.
elimde kalan, kırık dökük anılarıyla
seni terk eden o adam.

seslerin güzelliğine
ve yüzlerin büyüsüne kapılmadan
nefes almaya çalışan

geride hiç bir anı
yok
içinde adını yaşatan

sözcükler ardı arkasına
sıralanırken
yaşamın her anında

sevmek ister insan
sevdiğini söylemek

umut etmek ister
sevgilisini kollarında
öpmek ister

yollar boyu gidilecekse
durmadan
koşarcasına ilerlemek
sonuna kadar yaşamak ister heyecanı

oysa

gün biter yine dünkü gibi
sonunda kalakalırsın
ya terk eden
yada terkedilen olarak.

Salı, Mart 28, 2006

Hafif bir esinti sanki

Öylesine

Denizden gelircesine

Bir akşamüstü sahilde


Adlandırmak zorunda olmadığım bir şey

Kendime söylemek için

Kaldırım taşlarındaki

Desenler kadar karmaşık oysa


O kadar büyük

Bir o kadar

Uçsuz


Ve

Bir o kadar uzak

Alıp götürdüğü

İçimde her ne varsa


Deniz kıyısında

Bir kaldırım taşıydım ben

Kaldırımdaki desenin tam ortası

Denizin esintisi


Kız kulesinin

Soğuk, rüzgarlı yada yağmurlu günlerdeki

Tek ziyaretçisi

Tek tesellisi


Denizin içinde bir gülüm ben

Neden orda olduğunu bilmeden

Aşık olan denize


Kırılacakmışçasına döküntü bir sandalyeden

Denizi seyreden sen

Hiç sordun mu kendine

Saatlerce seyredip durduğun şu deniz

Bakmaz mı hiç sana

Aşık olamaz mı o da sana


Senin için

Bu karaya vuran dalgalar

Tenindeki o tuzlu esinti benim.



Bugün bütün gün hasta yattıktan sonra sürünerek evden çıktım ve kendimi çok sevdiğim bir arkadaşımın işyerine attım biraz hava almam gerekiyordu bütün gün yatmaktan dolayı daha beter hasta olmak üzereydim reçete belliydi temiz hava. Dışarıda bahar yaşanırken daha fazla kayıtsız kalamadım ama dışarıya çıkmaya kendimi hazır hissedemediğimden ancak saat 5 te evden çıktım. O saatte yapılacak en güzel şeyi yaptık oturup gün batımını izledik kordonda; çektiğim fotoğrafları sizlerlede paylaşmak istedim bakalım sevecekmisiniz :)

Free Image Hosting at www.ImageShack.us Free Image Hosting at www.ImageShack.us Free Image Hosting at www.ImageShack.us Free Image Hosting at www.ImageShack.usFree Image Hosting at www.ImageShack.us Free Image Hosting at www.ImageShack.us Free Image Hosting at www.ImageShack.us Free Image Hosting at www.ImageShack.us

yanılsamalarla dolu yaşam
göz o denli aldatır ki insanı
anlık fotoğraflar gibidir yaşam
her karesinde yeni yaşamlar
yeni anlamlar doğuran.


Uyanmıyor artık
sıradanlığın günışığı
farklı tadlar uyanan bedende
yanlısamalarla dolu bir an
bedeninin çığlığı


Kopramak istediğin
kendi etin oysa
sensin bu dünyada olan
her parçanla her anınla

kelimeler dökülüyor
bardaktan boşalırcasına
ben yazmıyorum onları
birktirdiklerimden
küçük harcamalar yapıyorum

seni sinemaya götürür gibi
bazen ağlıyorsun
ama yinede geliyorsun benimle.

Küçük bedeller karşılığnda
nefes alıyoruz
hayat bir yanılsama
bir an geliyor gerçeği görüyoruz.

ölüyoruz
nefes aldığımız her anda.

Pazar, Mart 26, 2006

bişeyler araken başka şeylere denk gelirsiniz ya bende böyle buldum bu hikayeyi :)

Ama site sahibine yazıp izin istedim :)


Adamın biri, ilk defa gittiği şehrin tarihi çarşısına uğradığında, bir dükkana girerek;

- Hatıra eşya almak istiyorum, demiş.Ne tavsiye edersiniz?

Dükkan sahibi yaşlı zat,adamı tepeden tırnağa süzüp:

- Buranın en meşhur malı, aynalardır evladım, demiş. Ama onları almaya güç ister.

Adam, hiç düşünmeden:

- Ben, yaşadığım şehrin en zengin insanıyım, diye atılmış. Benim için para önemli değil.

İhtiyar, dudak büküp:

- İnşaallah gücün yeter, demiş. Çünkü padişahlar bile alamadı onları.

Adam, ses tonunu iyice yükselterek:

- Benim elde edemeyeceğim şey yoktur!..diye direnmiş. Fiyatları ne kadar?

İhtiyar adam:

- Seçeceğin aynaya bağlı, diye gülümsemiş. Günümüze ait aynaları normal fiyata alabilirsin. Fakat eski aynalar pahalıdır.Hele hele antikalara gücün yetmez. Ama geleceğin aynası bedavadır, fakat onu görsen pek beğenmezsin.

Adam, bu sözleri pek anlamamış. Ama merakından çatlayacak gibiymiş. Aynaları bir an önce görmek istediğinden, yaşlı adamın koluna girip,dükkanın arka bölümüne geçmiş.

Yaşlı adam, elindeki baston ile işaret ederek:

- Sana ilk önce günümüze ait aynayı göstereyim, demiş.Çerçevesi gümüştendir. Fiyatıysa sadece üç altındır.

Adam, duvarda asılı duran kristal aynayı kısa bir süre incelemiş. Ve ona bakarak saçlarını düzelttikten sonra:

- Bunun bir özelliğini görmedim, demiş. Evimde de bundan üç dört tane var.

Yaşlı adam, seke seke ilerleyerek:

- O halde bu aynaya bak!.. demiş. Çeyrek asır öncesine aittir. Çerçevesi bakırdandır. Fiyatı ise yüz kese altındır.

Adam:

- Herhalde şaka yapıyorsunuz, diye gülümsemiş.Böyle basit bir ayna,on altın bile etmez.

İhtiyar adam:

- Ben sana söylemiştim!.. diye kızmış. İsterseniz vazgeçin.

Adam, iş olsun diye aynaya baktığında, bağırmamakiçin kendini zor zaptetmiş. Gözlerini ovuşturarak baktığı aynadaki görüntü, onun yirmibeş yıl önceki haline aitmiş. Ne başının büyük bölümünü saran beyaz saçlar varmış bu görüntüde, ne de yüzünü kırış kırış eden derin çizgiler.

Adamın aynaya takılan gözleri, biraz sonra fal tşı gibi açılmış. Çünkü aynadaki gençlik görüntüsünün hemen arkasından,sevdikleri geçiyormuş birer birer.

Büyük bir dehşet içinde:

- Aman Allah'ım!.. diye bağırmış.Bu geçen,kız kardeşim değil miydi? Hem de henüz kanser olmadan önce.

Daha sonra, en sevdiği teyzesi ve dayısı da geçmişler, adamın görüntüsü ardından. Her ikisi de, çeyrekasır önceki halleriyle.

Adam, dayanamayıp başını çevirmiş aynadan. İhtiyar, ona sokulup:

- Bu işten vazgeç!. demiş.Zaten bir çok insan da öyle yaptı.

- Hayır!. diye itiraz etmiş adam. Kardeşimi özlemiştim, dayımla teyzemi de.

- Peki!. demiş ihtiyar. Şu gördüğün bir antika aynadır. Çerçevesi ahşaptır. Değeriyse bin kese altın eder.

Adam,oraya doğru ilerlerken,korkusundan vazgeçmiş. Ama merakını yenemeyip aynaya baktığında, küçük bir çocuk gibi çığlık atmış. Yedi sekiz yaşlarında bir çocuk duruyormuş karşısında. Soluk yüzlü, incecik, dişleri dökük ve saçları dağınık bir çocuk.

- Aman Allah'ım!.. diye bağırmış. Bu benim çocukluğum. Cebimdeki sapan bile duruyor.

Adam, biraz sonra sendeleyerek duvara tutunmak zorunda kalmış. Bu sefer, 30-35 yaşlarındaki halleriyle annesi ve babası geçiyormuş geriden. Daha sonra da, nur yüzlü dedesi. Annesi, her gün defalarca yaptığı gibi, öpüvermiş onu yanağından. Babası ise, er zamanki şakacılığıyla, ensesine bir şaplak atmış yavrusunun.

Adam, kaçarcasına uzaklaşmış oradan. İhtiyarın yanına yığılmış ağlayarak.

Yaşlı adam:

- Gerçek aynalar böyledir evladım!.. demiş. Bu yüzden de ulaşılmaz onlara.

Adam, biraz olsun kendine geldiğinde, dükkandan atmak istemiş kendini. Fakat tam çıkacakken:

- Bedava aynalardan söz etmiştiniz, demiş. Onu da merak ettim.

İhtiyar adam:

- Ona hiçbakma evlat!. diye atılmış. Bu gün çok fazla yoruldun, kalbin dayanmaz.

- Mutlaka bakmalıyım!. diye ısrar etmiş adam. Gördüğüm şeylere artık alıştım.

Yaşlı adam, çaresiz kabul etmiş ve duvarlara asılanlardan farklı olarak, dükkanın döşemesi üzerine indirilen bir aynayı gösterip:

- İşte bu da geleceğin aynası!. demiş. Çerçevesi altından olup bedavadır. Ama onu hiç kimse almadı.

Adam:

- Geleceğin aynası ha!.demiş.Üstelik de altından ve bedava...

İhtiyar, hiç sesini çıkartmamış. Adam ise, emin adımlarla aynaya doğru ilerlemiş ve bakmak için yere eğildiğindei oracığa yığılıp kalıvermiş.

Yaşlı adam:

Geleceğin aynasında ne göreceğini tahmin etmen ve ona göre hazırlıklı olman gerekirdi evladım, demiş. Senin de gücün yetmedi demek ki...

İhtiyar adam, müşterisinin cansız vücudunu kucaklarken, onun ayndaki görüntüsüne bakmış.

Kuru bir iskelet görünüyormuş...

Perşembe, Mart 23, 2006

Herks bir şarkı yazıyor blog'una bende bi tane koyayım istedim deli kadın Aysel Gürel'in sözlerini Timur Selçuk bestelemiş şarkı 1988 yılında yayınlandı kimin söylediğini söylemiyeceğim bakalım bulabilecekmisiniz. :)

Birdenbire çıkıverip gel
şaşırsın kalbim sesimden önce
ne güzel olur
bilsen ne güzel
çıldırırım ben seni görünce

Önce yokluğunu anlatırım sana
sonra geçer aynaya süslenirim
sonra da mavi bir çaydanlıkla
sana sıcak bir çay demlerim

Birdenbire çıkıverip gel
şaşırsın kalbim sesimden önce
ne güzel olur
bilsen ne güzel
çıldırırım ben seni görünce

Küçük mumlar yakarım sehpada
kokulu otlar tüter tablada
anlat derim "nasıldı uzaklar
beni unutmadın* ya

Saçlarımı alırsın avucuna
gözlerin yine öyle su yeşili
akar durur ruhuma..


Şarkıyı İndir

Çarşamba, Mart 22, 2006

Aslında bu 2 önceki mesajıma yapılan burcyni yorumuna cvp olarak yazıldı ama çok uzun yazınca buraya atayım istedim :)

Kendi terketmek ?

Mümkün mü ben olmayan bir hayatı yaşamak ve anlamak ki ben henüz içersinde bulunduğum naçizane ömrümü bir çözüme ulaştıramımşken henüz. Nereye gideceğim içinde ben olmyan. Tüm dostlarım benliğmin bir parçası ve düşmanlarımda.

Kısacık da olsa uzun uzadıya da yaşasam her aşkım bende saklı söyle burcyni ben ben olmadan nasıl yaşarım?

Ya kendimi terk ettiğimde hüzünlerimden geriye ne kalır, alır da giderse yanında gözyaşlarımı.

Ben hep terk eden mi olmalıyım?

Yalnızlık kendi seçimim değil belkide.

Uykusuz geceleri birbirine bağlasam ve bir kutup gecesi yaratsam onlardan aylar boyu süren ve o kadar uzun beklesem günışığını?

Yine ve hala ben terk edermiyim kendimi.

Sen neden terk ettin. Sarıldığında seni sıcacık tutan kolları?

Pazartesi, Mart 20, 2006


Dün akşam (Pazar) sinemaya gittim ve "The Weather Man" Fırtınalı hayatlar adlı filmi izledim. Henüz babam ve oğlumu izleme fırsatım ve dolayısıyla ağlama fırsatım olmadı (annemler bugün bensiz izlemişler) ama dede baba ve oğuldan oluşan üç kuşağı anlatan bu filmi gerçekten sevdim. Özellikle Dede rolündeki Micheal Caine mükemmeldi ve Nicholas Cage'de çok iyi bir performans göstermiş bu filmi izlemeyenlere tavsiye ederim. Bu filme gittiğinizde hiç de eğlenmeyeceksiniz çünkü hayatınızda vermiş olduğunuz kararlar ve çok iyi olacağını sandığınız şeyler asla gerçekleşmez.

Filmle ilgili linkler
IMDB

Sinema.com

Pazar, Mart 19, 2006

Geceler; benimle birlikte yaşayan başka insanların olduğunu bilsemde, sanki tek başınaymışım gibi hissettiğim anlardır. Sanki gün battığında herkes terkeder dünyayı ve bana bırakır, sessizce kıyıya vuran dalgaları. Ayışığı'nın zayıf ışığı vurur yüzüme. Sahilde, elimde bir kadeh yudumlarım, ağır ağır hiç bitmesin diye.

Yine yaz gelecek.

Geceler kısa ama doyumsuz olacak ılık yaz rüzgarıyla.

Gün doğumuda geceye ait.
En güzel veda sahnesi gecenin sona erişi.
Sen hiç kendini terk ettin mi?

ve Fikret Kızılok

Gecenin tam üçündesin.

hayır bir o kadar daha var bugünden geçen zaman kadar. Yarısındayım sözlerinin.

hayatında yarısı

ama gece yarısı değil

o çok oldu geçeli

en gece hali şimdi karanlığın.
Ölümün en canlı hali gibi.
Sen hiç öldün mü?

Salı, Mart 14, 2006




Fotoğraflar hayata nasıl baktığınızı yada neresinden gördüğünüzü aktararır başka insanlara.

Benim gördüklerim.

Soğuk bir gün beklemekte dışarda
yağmur sonrası toprak ıslak
havada ıslak toprak kokusu

deniz kıyısı düşleri
sonbaharda
geçmiş yaz günlerini
yad ediyor

anlatılmayan bir korku
sessizlik
içinde her şey gizli
kalbin gibi

Geriye dönüp
attığın ilk adım
sessizliği başlatan

yada istediğin gibi seç kelimeleri
başlayan yinede
sensizliğe ait
bir hayat.

Cumartesi, Mart 11, 2006

Ayrılıkların da sonu var.
Bir gün çıkıp geleceksin.

diyor İlhan irem oysa ben hep snsiz kaldım uzun geceler ve yağmurlu gündüzler boyu.
ardı arkası kesilmeyen fırtınalar vardı gökkuşağı sandığım hayallerin peşinde
ne sen vardın nede bir başkası

Islak ve çamurluydu yerler
ellerimi hiç çıkarmadan cebimden
iliklerime kadar dondum
yürüdüm

Bir gün çıkıp gelsende
bilirim ki
ne sen bakarsın benim yüzüme
ne de ben severim eskisi gibi

kırılmıştır yüreğim
ben aşk acısını sevmişimdir
senin yokluğunda

sanki sana dokunursam
rüya sona erer
ve tekrar gidersin geldiğin uzaklara

Yine gece olur
yine yağmur yağar
belki güneşe belki karanlığa.

Perşembe, Mart 09, 2006

Boris Vian; Don De Lillo; Charles Bukowski; Issac Asimov; Amin Maalouf.

Kitaplığımın vazgeçilmezleri olması dışında bildiğim kadarıyla türkçede yayınlanan tüm kitaplarını okudum. Bu yazarları sevmeyen var mı?

Sanat mı eşcinseldir Eşcinseller mi sanata daha yakındır?

En son Brokeback Dağı filmiyle içimize kurt düşüren bu kanıya nasıl varıldı?

Şöyle bir düşündüğümüzde aslında bu hep vardı da sinema (Amerikan Sineması) el atana kadar hiç bu kadar güncel olmamıştı aslında. Avrupa sinemaları için söylenecek en güzel şeyi ismi lazım değil bir yönetmen hakkında yorum yaparken Ne olcak içine birazcık eşcinsel öğeler koy Cannes da jüri özel ödülü felan kaparsın bi şekilde tarzıyla gayet net bir biçimde açıklamıştık.

İşte dedim ya konuya pek uzak değildik aslında diye bizim Zeki Mürenler imiz, Bülent Ersoy larımız Kuşum Aydınlarımız vardı da yabancılar geri mi kalmıştı?

Hayır

Benim de naçizane blogumda ve internette bilimum yerde kullandığım nick sahibi Frederick Bulsara (Freddy Mercury) den başlarsak bir zamanların genç kızlarının gözdesi George Micheal tüm zamanların en çok şapkalı adamı Elton Jhon yada efsanevi Rolling Stones gurubunun solisti Mick Jagger ın David Bowie ile olan yatak maceralarını duymayan kalmamıştır herhalde

Bu örnekleri sadece müzik ve sinemayla sınırlayamayız tabii sanatın pek çok yerinde durum buyken hiç sordunuz mu kendinize "Sanat mı eşcinseldir Eşcinseller mi sanata daha yakındır?" diye. Ben bugün sordum.

Salı, Mart 07, 2006

Xman tarafından ebelenmişiz eh cevapları yazalım bakalım.

Yaptığım 4 iş

Kalite kontrol (Process)
Elektronik Teknisyeni
Bilgisayar Teknisyeni
Radyo DJ

Defalarca izleyebileceğim 4 film

aslında buraya 400 film bile yazabilirim i,lk aklıma gelenleri yazıyorum :)

1- Harry Sally le tanışınca
2- Ölü ozanlar derneği
3- Dövüş Kulübü
4- Esaretin Bedeli

Yaşadığım 4 yer

1- İzmir
2- Aydın
3- Manisa
4- Antalya

Sevdiğim 4 TV programı

1- Cosmos Belgeseli (Carl Sagan'ı unutmak mümkün mü)
2- F1
3- 90 Dk. ve Yaşamdan dakikalar
4- South Park

Tatil için gittiğim yerler (Klasik 4'lü)

1- Antalya
2- Bodrum
3- Çeşme
4- Kuşadası

En sevdiğim 4 Yiyecek

1- Enginar
2- Lahana
3- Mercimek
4- Deniz ürünleri (Denizden babam çıksa yerim)

Her zaman ziyaret ettiğim 4 blog

bi sürü var yazsam olmaz yazmasam olmaz

Şu anda olmak istediğim 4 yer

1- New Orleans (Jazz Jazz Jazz)
2- Pasifikte herkesten uzakta bir ada
3- Latin Amerika
4- Karlı kayın ormanı

Ebelediğim bloggerlar

Arayanlar bulamaz, Atonica, Rüyalarım gerçek oldu